Bir Yeraltı Adamı: Lenny Bruce Efsanesi

-
Aa
+
a
a
a

Eğer, aradan geçen onca yıl sonra, ‘savaşma seviş’ sloganını ilk söyleyen kimdir diye soracak olursanız, söyleyeyim: Lenny Bruce. Ve eğer, kilometre taşlarını kabul ederseniz, yine onun adını anmak kaçınılmaz olacak.  Andrew Kopkind, Yeraltını onunla başlatıyor. Lenny Bruce, ‘hip’ çevrelerin ‘pin-up’ çocuğu. Berkeley Özgür Konuşma Hareketi, Yippie’ler ve hatta militan sol grupları, 60’ların bu ilk ‘uçmuş’unu kalplerine basmışlardı. Öncüleri Sahl Bermen, çağdaşları Joseph Heller
Vonnegut, ardılları ise, Robert Crumb, Dick Gregory ve Monthy Python.

“Lenny Bruce bir hipster idi” diyor Albert Goldman ve sürdürüyor, “50’lerin büyük mitinin odak noktasındaydı: Yeraltı Adamı. Bu evrensel uyuşum çağında yaşamın tanıdık yüzünün gerisinde, orta sınıf normlarına karşı başkaldırılarının şiddetiyle heroik yoğunluk kazanmış bulunan, acımasızca şehvetli, ahlâksız yaratıkların, anakronistik  bir yeraltı dünyasında birer suçlu gibi pusuya yattıklarına inanılıyordu.”

Bu gülünç mü gülünç tilt makinesi, Norman Mailer’ın ‘beyaz zenci’ tanımına tıpatıp uyuyordu. Siyah müzisyenlerin serin tavırlarını düz beyaz dünyaya taşımıştı. Bebop sololarını andıran monologlarıyla, kendisini daima bir ‘jazzman’ olarak takdim etti. Nasıl ki, Charlie Parker’ı Harlem’in zenci kültüründen ayrı düşünmek mümkün değilse, New York’un alt orta sınıf Musevi çevresiyle Lenny arasında da aynı kopmaz bağıntı söz konusudur. Lenny Bruce, 50’lerin Siyah Hareketi’nin on yıl sonra doğacak olan muhalefet akımlarına kaynaklık edeceğini büyük bir öngörüyle dile getirdi ve Siyah Güç’e şapka çıkardı.

Lenny Bruce efsanesi, mezbelemsi striptiz kulüplerinde doğdu. O dönemde Lenny’ye gösterilen reaksiyon, fiziksel değil düşünsel düzeyde, Lou Holtz’un revü kızlarına gösterilen tepkiyle kıyaslanabilir. Fakat, Amerikan komedisinin bürleks, striptiz öncesi günlerde görmediği denli cüretkâr ve küstahtı. Bunalımlı, bezgin, karamsar, nihilist mizahı 50’lerin fenomeni yapmayı başardı.

Kentin fiziksel, sosyal ve moral karmaşası ile alt üst olmuş ve lekelenmiş yaşamının son durağında, kendini tanımlamanın bir yolu olarak uyuşturuculara dört elle sarıldı. Leonard Alfred Schneider adlı, bunalımlı, pejmürde kılıklı bir Musevi, 1966 yazında Los Angeles’da aşırı ozda uyuşturucudan öldü.

Yaşasın Lenny Bruce kültü. Aynasızlar ve yargıçlar tarafından çarmıha gerilmişti. 60’ların yeraltı basını tarafından yeniden yeryüzüne indirildi. Sesini hiç duymamış, kendisini hiç görmemiş bir kuşağın gözünde ‘groovy’ bir mesih olarak yeniden doğdu. Yaşlı kuşaklar için mi? Onlara soracak olursanız, Lenny Bruce, uyuşturucu kullanan, tuvalette yaşayan ve orada ölen s......ci bir Amerikan kahramanıydı.

İsa’dan önce ve sonra pek çok peygamber ve aziz çarmıha gerildi. Amerikan yeraltı kültüründe de özyıkımına gözüpeklik koşan çok sayıda kahraman var kuşkusuz. O halde, Lenny’yi çiçek çocuklarının dilinde ‘bizden biri’ yapan neydi? 60’ların karşıkültürü neden bağrına basmıştı bu bunalımlı komedyeni? Oysa, açık olarak, ‘ileriye bakın’ ya da ‘yükseklere çıkın’ dememişti. Ne psychedelic deneyden söz açmış, ne de Hair’vari şarkılar söylemişti. Yoksa, barış için marihuana vaaz ettiği, uyuşturuculardan dolayı tutuklanmış olduğu için mi başa taç

yapılmıştı? Peki ama, Robert Mitchum’un başı da narkotik ajanlarıyla belaya girmemiş miydi? Ralph J. Gleason’a göre, onda peygamber nitelikleri vardı. Fakat bunu doyurucau bir yanıt sayamayız.

Bütün çekincelere, bütün ‘evet-fakat’lara karşın Lenny, sisteme karşıydı. Tehdit edici kaosun haberini taşıyan sesiyle, New York gece kulüplerinin dölyatağını andıran karanlığında, sahnelerin loş ışıkları altında, sınıf ayrıcalıklarına, ırkçılığa, cehalete, puritanizme çoğunluğa, ikiyüzlülüğe, inanca karşı eşitliği, aydınlanmayı, hazcılığı, azınlıkları, içtenliği ve kuşkuyu savundu. Hoşgörünün bayağılığını ve baskıcı özünü Marcuse’ün akademik popülerlik kazanmasından çok önceleri ifşa etti. Hippy’lerin Yippie’lerin ve düş kırıklığına uğramış aydınların gözünde bu nedenle büyüdü ve öncü oldu.

Harold Clurman’ı izleyerek söyleyelim: “Ona gece kulüplerinin Jean Genet’si demek abartmadan da kötü olur. Çünkü Fransız’ın dili klasikti. Ama Genet gibi, Bruce da kendi alanında sefaletten bir şaşaa yarattı.”

Büük kentin binlerce sefil imgesini birbirine eklemleyen sözsel (verbal) bir pop sanatçısı olarak malzemesini çoğu kez bilinçaltının karanlık koridorlarında buldu. Kent yaşamının acı veren yaralarını açtı. Dindarlık kisvesi ardına gizlenen tantanalı ve düzmece kültüre karşı yoğun ataklarında gerçeküstücü komediyi Mort Sahl’dan çok daha uç bir noktaya taşıdı. Sahl, bütün cephanesini Cumhuriyetçilere karşı kullanmıştı. Oysa Lenny, çok daha geniş bir hedef tahtası oluşturarak sözümona liberallere de ‘hip talk’ denilen dille saldırdı. Kendiliğinden ve doğaçlama monologlarıyla, izleyicinin statükoyu kabulünü sarstı ve ona şok verdi.

Lenny için hiçbir kurum, lider ve tavır hicvedilmeyecek, dahası aşağılanmayacak denli kutsal değildi. Dört harfli kirli sözcüklerle sosyal tabuları kırmayı denedi. Eski Roma’dan bu yana ‘show biz’i ulusal değerlerin sembolü olarak kabullenen yegâne toplum olan Amerikan toplumunda Lenny, Roma’ya lanetler yağdıran Juvenal örneği, polise, politikacılara, yargıçlara, örgütlenmiş dine, İncil satan redneck vaize ve hatta Tannrı’nın kendisine sövdü, Eski ve yeni Ahit’lere saldırdı. Gösteri dünyasını bir metafor olarak kullandı. Gerçekte tüm ‘sistem’, tıpkı ‘show biz’ gibi, kalpazanlar, şarlatanlar ya da onların ajanlarınca yürütülen bir ‘avanta’ düzeninden başka bir şey değildi, Lenny’in gözünde. Kara mizahta fantezi ve gerçekliğin sentezini kotardı. Maskeli Süvari gibi kitle kültürü kişiliklerini, Eisenhower, Hitler, Papa gibi  değişik liderleri karikatürize ederek
onları mitik görüntülerinden soydu ve özlerindeki gülünçlüğü açığa vurdu.

Politik, sosyal ve dinsel, her türlü otoriteye kafa tutan Lenny’nin eleştirdiği otoritelerin gazabına uğraması kaçınılmazdı. Müstehcenlik ve uyuşturucu bulundurma/kullanma suçlarından birçok kez tutuklanarak yargıç önüne çıkarıldı, fakat mahkeme huzurundaki savunmalarını da sahne gösterilerine dönüştürdü.

Her şey yalandı. Herkesin üzerinde hem fikir olduğu, zımni anlaşmalara dayalı yalanlar. Cigara tüttüren ve Scotch yudumlayan otorite tipi, marihuanadan söz ederken baştan aşağı yalan söylüyordu, elbette. Anne, ‘bok’ yerine ‘kaka’ derken söylüyordu yalanını. Yargıç yalanlarını, plastik bir formalite içinde ve rutinlikle peş peşe sıraıyordu. Oysa Lenny, yeraltı dünyasının özel diliyle, lırsız, uyuşturucu tutkunu, fahişe ve pezevenklerin parola sözcükleriyle, kısaca ‘hip’ diliyle konuşuyordu.

Nedir ‘hip’ dili? Çoğunluk caz müzisyenleri ve marihuana içenlerce bilinen bir tür gizli dil. Dört harfli kirli  sözcüklerden oluşan skatolojik terminoloji. Egemen kültürün değer ve davranışlarına uymayanların, toplumsal yaşamın merkezi alanlarının dışına sürülmüş olanları, kronik mağlupların dili. Sapkın kültürün bir  öğesi. Kişiyi beşikten başlayarak tutsak alan tüm kurum ve ilişkilere karşı etkili silahtır, ‘hip’ dili. Lenny’nin ölümünen on yıl sonra, kullandığı sözcükler gençlik sözlüğünün belli başlı kelimeleri oldular.

“Bütün ilkel kabilelerde” diyor Geza Roheim, “şaman’ı toplumun merkezinde buluruz ve onun nevrotik ya da psikozlu olduğunu veya en azından sanatının nevroz ya da psikozla aynı mekanizmaya dayandığını göstermek kolaydır. Şaman, toplum üyesi her bir yetişkinin ruhunda var olan sembolik fantezi sistemlerinin görülebilir ve kamusal hale getirir. Onlar, çocuksu bir oyunun önderleri ve genel tedirginliğin paratonerleridirler. Diğerlerinin avlanabilmesi ve genelde gerçekliğe karşı savaşabilmesi için şeytanla mücadele ederler.”

Lenny’nin yaptığı da şamanizmdi. İzleyiciye hayali sandalyeler fırlatıyor, görünmez perdeleri açıyordu. Şaman ne doktordur ne de rahip. Batı kültüründe şaman’a en yakın olan şeytan kovucudur (exorcist). Lenny de, New York’daki bir musevi çocukluğunun düşkırıklıklarından, çizgi roman ve filmlerden, radyo programlarından beslenen kara mizahı ile izleyicisinin dargörüşlülüğünü eksorsize etti. Ruhlardaki utanç, suç ve günahın ağırlığını hafifletti.

Yaşamının en mutsuz günleri en yaratıcı olduğu dönemlerdi. “Bütün alaycılığım yıkıma ve umutsuzluğa dayanıyor.  Kahredici bir B- filminde mahkûmum” diyordu. Yazılanların aksine, seksist değildi. Üç kadın yaşamında önemli rol oynadı: Annesi, karısı ve kızı. Bir

yönüyle alt orta sınıf değerlerine çocukça bağlıydı. Romantik aşka, yaşam boyu evliliğe ve cinsel sadakate inanıyordu. Adem, sanki yasak elmayı hiç dişlememiş gibi, bu oyun sürdürülebilirdi.

İçinde tükenmez bir öfke kaynağı taşıyan bu ikon kırıcı, önce yıkıntıya uğramış ve acı çeken bir dünyada, küçük gece kulüplerinin sıcak ve karanlık atmosferinde fantasmagorik bir gece manzarası yarattı; sonra da Amerikan gecesinde bir kuyrukluyıldız gibi akıp gitti.

Bu yazı, Halil Turhanlı’nın baskısı tükenmiş olan “Müzik ve Muhalefet” başlıklı kitabında yer almıştı.